Zümrüt Rengi Gerdanlık Ağva

Latincede Ağva, "iki dere arasına kurulmuş köy" anlamına geliyormuş. Gerçekten de Göksu ve Yeşilçay derelerinin tam ortasına kurulmuş, İstanbul’a bağlı olsa da coğrafi olarak Karadeniz’de yer alan şirin bir sahil kasabası Ağva. Biz de İstanbul’da havaların güzel olmasını fırsat bilip çocuklarla yılbaşının hemen ertesinde hafta sonu tatili için buraya bir gezi planladık.
Kışın nasıl olur bizi neler bekler derken tahmin ettiğimizden çok daha keyifli bir gün geçirdik. Daha önce hep yaz ve bahar aylarında gittiğimiz için yeşiline, kalabalıklığına ve canlılığına alışkındık. Bu defa bizi sakin ama bir o kadar huzurlu bir Ağva karşıladı. Göksu deresinin yemyeşil sularında parlayanan güneş kuru ağaç dallarının ve sararmış doğanın yansımasını tüm güzelliğiyle ortaya çıkarıyordu.
Doğanın renkleri her mevsim değişir, bu insanoğlunun ancak taklit etmeye çalışabileceği bir sihirdir. Her ayın bir rengi, ışığı, yansıması vardır. Resim yapanlar, fotoğraf çekenler, doğa ile konuşanlar bilir. Gökyüzünün maviliği bile bambaşkadır. Anlamak için biraz yavaşlamak gerekir.
Doğa der ki: Herşeyin bir oluş sırası ve ritmi var. Nehir ne zaman yavaşlayacağını ne zaman çağlayacağını bilir. Ona karşı çıkmaz ağaçlar. Bilirler ki nehir sularının katman katman derinliğinde her biri ayrı yöne akan ama birbirlerine karışmayan akıntılar var. Yalnız suya değil binlerce kilometre uzaktaki ovalara da onlar hayat verir.
İşte böyle yavaş aktı zaman Ağva’da. Biz de kendimizi kış güneşine bıraktık. Önce karşılıklı restaurantların ve butik otellerin sıralandığı Göksü deresinde bir restauranta gittik. Henüz hava sıcakken nehir kenarında hafif birşeyler atıştırmak ve sıcak birşeyler içmek için en güzel zamandı öğle vakitleri. Semaverden ince belli bardakta içilen bir iki çaya sohbet muhabbet de eklenince kalpler de eller de ısındı kışın ortasında.
Zümrüt rengindeki nehire karşı kıyının yansıması düşerken, göçmen kuşlar ve suda peş peşe ilerleyen ördek ailesi de eşlik ediyordu manzaraya. Kıyıdaki balıkçı tekneleri ve minik sazlıklar da eklendi mi sanki Bob Ross’un bir tablosunun içindeydin!
‘Şuraya bir çam çizelim ve biraz da bulut.. Güneş de tam şu evin üzerinde parlasın.’
Resim yapmayı sevdiren adam. Ağva’yı nasıl çizerdin acaba?
Annemin kızkardeşimle beni çocukluğumuzdaki anılara götüren sohbetinin ardından sıra tekne turu yapaya gelmişti. Ağva’da mevsimine göre farklı nehir turları yapabiliyorsunuz. Motorlu teknelerle Kilimli koyundaki kayaları gezebilir, deniz bisikletleriyle her iki nehiri de dolaşabilirsiniz. Kano, sandal veya bot ile gezintiye çıkmak da diğer alternatifler arasında. Biz kızlarımızla restaurantın önündeki deniz bisikletine binip yavaş yavaş giderek tüm çevreyi rahatlıkla izleyebilecekleri bir nehir gezisi yapmak istedik.
Mina ve Mustafa ön tarafta pedal çevirirken Ela ve ben de yavaşça bizden uzaklaşan manzaranın tadını çıkarıyorduk. Mina birinci çocuktu. Babasının en yakınındaydı, kaptanın sağ koluydu o. Yola onlar karar veriyorlardı, gittiğimiz yöndeki manzaraya beraber gülümsüyorlardı. Ela ikinci çocuktu, en küçüktü. Annesinin yanında en güveli yerinde oturuyordu bisikletin. Sırtını babasına yaslamıştı, arkası sağlamdı. O da suda ilerledikçe arkamızda bıraktığımız manzarayı izliyordu benimle birlikte. Şarkılar söylüyordu, kuşların sesiyle karışıyordu sesi. Mina’nın aklı arkada, Ela’nın aklı önde kalmıştı. Her ikisi de kendi paylarına düşen anı yaşamıştı..
Nehire, baharı bekleyen kuru ağaç dallarına ve turuncu yılbaşı çiçeklerine veda edip Ağva’nın merkezine doğru yola çıktık. Yanyana dizilmiş balıkçıları, camisi, yürüyüş yolu, çay bahçesi ve en çok da yaz aylarında dolup taşan plajıyla küçücük bir kasabaydı burası. Bir kış günü olmasına rağmen de ne kalabalıktı ne de yalnızdı. Sakinliği bozmayan bir hareketlilik vardı. Hava kararmaya başlamadan yola devam edip güneşi Ağva’nın en güzel noktasında Kilimli tepesinde batırmaya karar verdik. Buradaki Kilimli restaurantın terasında balık ve salata sipariş edip dalga dalga kıvrılan kayalıkları ve Kadırga Koyu’nun güzelliğini seyretmeye doyamadık. Günün en romantik dakikalarının keyfini çıkarma zamanıydı şimdi.
Kayalara bakıp acaba bunu hangi heykeltraş yaptı diye düşünmeden edemiyor insan. Nasıl bir sanatçı ki rüzgarla denizi dans ettirip dantel gibi işlemişti taşları..
Her yolun bir hikayesi vardır. Yolculuk bitsede hikayesi devam eder yaşamaya. Yolcuya birşeyler anlatır. Zümrüt gerdanlık gibi yeşilliğin içinde kıvrılan nehirleriyle, parıldayan güneşiyle Ağva’da bir gün böyle yaşandı.
***
Ağva hakında tavsiyelerimi paylaştığım diğer yazımı buradan okuyabilirisiniz.
Sosyal medya hesaplarımdan da diğer paylaşımlarımı ve seyahat fotoğraflarımı takip edebilirsiniz.