YENİ YAŞIMA MEKTUP: Benim bir hayalim var!
“Hayatınızın en önemli iki günü; doğduğunuz gün ve neden doğduğunuzu anladığınız gündür” demiş Mark Twain.
Amaçsızca öylece savrulup giden hayatlara bir şeyler anlatmak istemiş. Şu koskoca evrende, gök kubbe ve yer kürenin arasında, milyonlarca yıldızın altında, geceyi gündüze çeviren zamanın akışında biz insanlar var olma nedenimizi arayıp duruyoruz. Peki o kadar kolay mı bu evrende sana ayrılan yeri keşfedebilmek? Prof. Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi: ”Gönlünün muradını bulabilmek”.
Bence şu hayattaki en kolay seçim insanın kalbindeki hayali yaşayabilmesi. Hatta var oluş amacımızın dışında bir hayat kurmamız çok daha fazla çaba gerektiriyor. Bize ayrılan yolun içinde hayat su gibi akıp giderken, o yolun dışına çıktığımızda ilerlememize engel olacak bir sürü zorlukla mücadele etmek zorunda kalıyoruz.
Peki bu kadar kolaysa bizler neden kendi hayallerimizin peşinde değiliz? Başarı tanımlarımızın arasında içimizden gelenler ve kendi öz benliğimiz yokta, neden bize dayatılmış ve öğretilmiş olanlar var? İşte bu soruların cevabında gizli kalpte yatan hayalin sırrı.Yol haritamızı ne zaman ve nerede kaybediyoruz? Bu yazı hayallerin öldürülüp arzuların yerine doğmasını anlatıyor.
Kendini Başarılı Hissetmek
Bir insan sadece en tepede olduğunda mı kendini başarılı hissedebilir? Bunun bir kıstası tanımı var mı diye bir süredir araştırıyorum. Okuduğum kitaplar ve dinlediğim uzmanlardan çıkan sonuç şu.
Kendi hayalinin peşinden koşan insan kendini başarılı hissediyor.
Bir yazar, bisiklet yarışçısı ya da sadece bir saat tamircisi. Ne iş yaptığı ne kadar büyük bir iş yaptığı hiç önemi değil. 1850’li yıllardan kalma antika bir saati çalıştırmayı başaran tamircinin hayalidir zamanla oynamak. Tik tak tik tak.. Her bir mekanizmanın içindeki minik sır çarklarını yıllarca izlemiş, birbirini takip eden yelkovan ve akrebin kazananı olmayan yarışına tanıklık etmiştir. Onun başarı ölçüsü düzeltebilmektir.
Dışarıdan bakıldığında şöhret, makam ve para kazanmış insanların parlak hayatları olduğu düşünülse de birçoğu ne yazık ki kendini yeterli görmüyor. “En"lerin dünyası çok zordur derler. Daha fazlası için ya da o noktayı koruyabilmek için büyük bir savaş vermek zorunda kalıyorlar. Doyum ve mutluluk hissinden ziyade mücadele yaşanıyor ön planda. Uçurumun kıyısında kök salmaya çalışan ağaçlar gibi her gün en dibi en yüksekten izliyorlar. Köklerin bir kısmı aşağıya bir kısmı da uçurumun dışına doğru uzadığı için öyle sapa sağlam durabilmeleri çok zor. Rüzgara, dallarına konan kuşlara, hatta gövdesine yaslanan çobana karşı dayanabilmeliler.
Acaba sorsalar fidanken o uçurumdaki ağaca: “Nereye ekelim seni?” diye. Yine en tepeye der miydi? Yoksa bir nehir yatağında, bir ormanda veya korunaklı bir evin bahçesinde mi yaşamak daha güzel gelirdi? Aslında bu sorunun cevabı ağacın mizacına bağlı.. Sadece dik kayalıklarda yaşayan yabani orkideler gibi kendini ait hissedemeyebilir bir akasya ağacı uçurumlara. Onun daha kuru ve korunaklı bir yerde kök salması gerek. Yoksa çiçek açamaz meyve veremez. Kuruyup ölür, rüzgara karşı dayanamaz.
Ben yabani orkide ve akasya ağacı gibi her insanın doğuştan gelen bir tabiatı olduğuna inanıyorum. Ve o tabiata göre bir yaşam seçiyoruz. Bir çocuk eğer ondan alınmadıysa kendi yol haritasını bilerek adımlar atıyor. İnsanın kalbi pusulası oluyor. Yön gösterilmesine ittirilip düzeltilmesine gerek yok. Sanıyoruz ki biz olmazsak çocuklarımız yollarını bulamazlar. Bence en büyük yanılgı burada başlıyor. Biz onları kendi yollarından çıkarıyoruz. Kendi yeteneklerini keşfetmeleri yerine engebeli taşlı yollara iterek daha farklı dünyaları keşfetmelerini istiyoruz. Çokluktan besleniyoruz. Oysa ki çocuk kendi akışında ilerlediği sürece sezgileriyle zaten hedeflerine ulaşabilmeye programlı. Küçücük yaşlarında inanç duvarları örüyoruz ruhlarının etrafına. Yapmalısın, bilmelisin, öğrenmelisin, denemelisin yazan tuğlalarla labirentler inşa ediyoruz. Okullarında, şehirlerinde içinde yaşadıkları zamanda onlar için hangisinin daha iyi olduğuna karar vermeye çalışıyoruz. Hiç düşündünüz mü neden hep aynı işler, aynı dersler, aynı kurslar bu kadar çok talep görüyor diye. Neden gençler en yüksek puanlı bölümleri kazanmak istiyor. En çok para kazandıran meslekler diye binlerce başlık varken en sevilen meslekler diye bir tanım neden yok?
Çocuklar büyüdükçe labirentleri de karmaşıklaşıyor. Dört yaşında sorulan birçok soruya “hayır istemiyorum” diye yanıt veren çocuk on dört yaşında aynı soruya “bunu istemem gerekiyor herhalde” diyerek evet diyor. Yirmi dört yaşında istemediği işi yapabilmek için çoktan şekil değiştirmiş, kendi özünden uzaklaşmış kişi otuzdört yaşında artık ruhunun ondan istediği şeylere bile hayır diyen bir insana dönüşüyor. Yolun yarısın devirdikten sonra kendine iyice yabancılaşıyor ve artık hiç hayal kuramaz oluyor. Kendine ayrılan yerin o olduğunu zannederek kabule geçiyor. Şimdi kontrolün tamamı tuğlalarının elinde. Pusulası ve yol haritası üç yaşındaki oyuncak evinde kaldı. İnsan hayal edebildiği kadar yaşarmış ya. Ne kadar para kazanırsa kazansın, ne kadar yüksekten bakarsa baksın hiç yaşayamamış gibi hissediyor hayatı.
İçindeki çocuk ona küsüyor.
İşte bu nedenle insan hasta oluyormuş. Anlatamadığı, söyleyemediği, yapamadığı hayalleri yüzünden. Gece uykuda iç hesaplaşma devam ederken öz benlik kilitli kaldığı labirentten çıkmak istermiş. Sabah uyandığınızda kaskatı olan bedenler, gece gıcırdayan dişler, sebepsiz yere terlemeler, içimde geçmeyen bir sıkıntı var hissi, nefesin daralması, boyun ve sırt ağrıları, sivilce, egzama, astım, ve daha birçok kabullenilmiş ama nedeni bulunamamış hastalık aslında duyguların fiziksel olarak dile gelmesiymiş.
Çocuklarımız hiç istemeden ve farkında olmadan isimli, önemli ama hasta ve mutsuz insanlara dönüştürüyoruz. Çünkü hayallere dönüşmeyi biz bilmiyoruz.
O kadar hızlı gidiyoruz ki ruhumuz geride kalıyor.
Bir Hayalim Var
Her zaman yeniden başlamak için bir şans olduğuna inananlardanım. Çünkü hayal edebilmenin bir yaşı ya da bir sonu yoktur. Labirente değil de içinde sıkışmış özümüze inanmaya başlarsak o çocuk evinde saklı kalan pusulaya ulaşabiliriz. Belki çok kolay olmayacak. Labirentteki duvarları teker teker yıkmak, güven aralığı zannettiğimiz güvensiz taşlı yollardan çıkmak gerekecek. Ama inanın sonrası çok daha kolay. "Bu hayattaki varlığımın amacı ne?" sorusunun cevabını verememek kadar acı da vermeyecek.
Anne Ceren’in bir hayali var. Kızlarımın yollarında akmalarını izlemek istiyorum. Kendi hızlarında ve kendi tabiatlarında. Düştüklerinde kaldırmak istemiyorum, yerden kalkmayı öğretmek istiyorum. Her defasında kalkabileceklerine inanmaları için bunu kendileri yapmalılar. Benim hayallerimi değil kendi hayallerini yaşasınlar. Onlardan daha iyi olduğuma ve daha çok bildiğime inanmıyorum. Sadece daha önce öğrendim. Yumurtadan tırtıla, tırtıldan pupaya, pupadan kelebeğe dönüşmelerini izlerken onlara kendi hikayemi anlatmak için hep yanlarında olacağım. Kızlarımı sevgimle özgürleştirmek istiyorum.
Çocuk Ceren’in de bir hayali var. Yeni yaşımda yavaşlamayı ve ruhumu yakalamayı diliyorum. Yolumu bulabilmek için artık kalbimdeki pusulayı takip edicem. İçimdeki kıza tekrardan tüm kalbimle güveniyorum. Biliyorum ki hayalim o duvarların arkasında bir yerde onu bulmamı bekliyor..